Bugün gözünüzü kapatıp 2120’de gözlerini açsaydınız nasıl bir Türkiye’ye uyanırdınız? İlginç bir düşünce değil mi? Peki tersi olsa ve geçmişten bugüne gelse bir İstanbul Beyefendisi? Aynı zamanda Jöntürk olan Hamdi Bey neler görür, neleri şaşkınlıkla izler, neleri eleştirirdi? Polisiye bir örgü üzerinden, zamanın, insanların ve medyanın eleştirisi…
Çitlembik Yayınları’ndan gelen bir e-mail ile Coşkun Büktel‘in romanı hakkında bilgi sahibi oldum. Gelen e-maildeki kısa özet oldukça hoş bir fikrin kurgulandığını gösteriyordu. Bir Osmanlı’nın yüzyıl sonraki Cumhuriyet’i, teknolojiyi, bugünkü insan ilişkilerini görüşü.
Ancak içimde iki kaygı vardı. İlki, acaba tarih kitabı kesifliğinde sıkıcı bir anlatım mı bekliyordu bizi veya tekdüze basit esprilerle mi gidecekti konu? Mesela kahraman bir TV görür ve “Aaa adam kutunun içinde” der? Yoksa derinliği, sorgulayıcılığı olacak mıydı?
İkinci kaygım acaba kahramanın Jöntürk olması sebebiyle karşımızda tek yönlü ve sadece İttihatçı gözünden bir dünya bakışı mı bulacaktık? Yoksa birbirine zıt düşünceleri seslendirecek kadar ideolojiye saplanmamış, tarafsız, sağlam bir politik anlatım mı bulacaktık?
Eğer ikinci durum olursa, bu durumda kitap temelde alegorik bir anlatıma ve göndermeler demetine dönüşecek ve Güliver‘in maceralarını yazarak masalsı görüntü üzerinden zamanını eleştiren Swift’in düzeyine çıkacaktı. Ama bu dengeyi tutturmak zor olduğu için kişiler de ister istemez karikatürleşecekti. Karakter özellikleri ancak tek bir rolü üstlenmeye yetecek kadar detaya inebilecekti. Açıkçası edebiyat eleştirmeni değilim. Çok kitap okuyor olmam da bu beni eleştirmen yapmaz. Öyleyse bu kitabı, tüm kaygıları bir yana bırakıp kendim olarak, keyfim, okuma sevincim ve size aktarma isteğimle, en çok da merak ettiğim için okusam daha akıllıca bir iş yapacaktım.
Kitabı bitirene dek okuduğum yerleri ve şartları saysam, oldukça tuhafınıza gidebilir. Ancak her yerde okuyabilirim neredeyse. 🙂 Dolayısıyla, kitabı Carrefour alışveriş merkezinin otoparkında, uyuyan kızımla birlikte eşimi beklerken okudum, ben okurken bir kaç cılız ağaç sallanıyor ve yaz güneşi içime ılık bir huzur salıyordu. Evde okudum, bir akrabamızın evinin terasında okudum. Yol yapımları ile iki saattir hapis kaldığım otobüste okudum. Yatakta uzanırken. Koltukta dinlenirken…
Bütün bu şartlarda beni alıp kopardığına ve dünyayı geri plana attırıp yoğun çalışma ve yaşam koşullarında bile iki günde bitirmeme yol açtığına göre (kitap 370 sayfa) tahmin edersiniz ki, konu ve anlatım akıcı, merak uyandırıcı, yer yer eğlendirici ve giderek düşündürücü.
Şimdi, aşağıda kitaptan bahsedeceğim. Kimi insan okuyacağı kitapla ilgili tek kelime duymak istemez. Gider kitabı alır ve kendisi keşfeder. Kimi okur içinse o kadar çok kitap vardır ki dünyada, boşa zaman harcamamak için kitabı kendi okuma alışkanlıklarına göre seçmelidir, özetini önce okumak ister.
Ben, burada yazarken sizin hangi gruba dahil olduğunuzu bilemiyorum. Ya devam edeceksiniz okumaya ya da kitabı alacak bitirecek ve sonra tekrar gelip “Bakalım aynı keyif alıcı noktalarda mı çakışmışız, farklı neler yakalamışız” diyeceksiniz ve muhtemelen yorum yazacaksınız. Belki de Google’dan başka bir şey ararken geldiniz ve zaten çoktan bu sayfa olmadığını anlayıp sayfayı kapatıp gittiniz. Eğer gitmediyseniz, bu yazıyı okuyacak siz ve ben varsak, anlatmaya devam etmeliyim. Görevim hiç kolay değil. Basılması için çok uğraşılmış ve anlatacak sözleri olan bir kitabı almaya sizi ikna etmeliyim. Hem de üzerinize gitmeden, sizi kızdırmadan veya çok abartılı görünmeden, tarafsızmış gibi yapmalıyım bir de! Ama sanırım burasının bir blog olduğunun farkındasınız. Öyleyse tarafsız olamayacağımı da biliyorsunuz 🙂
İKİNCİ GELİŞ
Kitap, Padişah II. Abdülhamit’in sert ve sıkı rejimi sürerken, Jöntürkler’in ülkeye meşrutiyet, demokrasi, seçme seçilme hakkı getirme çabaları içinde geçen yılları ve bu sırada çıkan 31 Mart ayaklanmaları sırasında başlıyor. Aslen Paris’te eğitim görmüş bir biliminsanı olan, hikayemizin naif kahramanı Hamdi Mümkün Bey, insanlara doğruyu söyleten bir kimyasal bileşik / hakikat ilacını buluyor. Böylece yolları her zaman neler olduğunu bilmek isteyen Abdülhamit ile kesişiyor ve görüşmeleri pek iyi geçmiyor! Hamdi Bey, Yıldız Parkı’ndaki Abdülhamit’in gizli yeraltı sığınağındaki donduruculara kapatılıyor.
Kaderin bir oyunu mu diyelim, genetik bir başarı mı, kış uykusuna yatan canlılarda olduğu gibi metobolizma hızı düşüyor ve ölmüyor. 100 seneden fazla kaldığı sığınakta bulunması, hastanede tedavisi, sonrasında medya ve halkımızla karşılaşması tam bir evlere şenlik kurgu. “Aynen de böyle olurdu” diyorsunuz okurken. Bu kısımlarda bol bol güldüğümü söyleyebilirim. Yazar Coşkun Bey’in karamizah dili, karakterlerin zaaflarını olduğu gibi ortaya koyuyor.
Roman ilerledikçe Hamdi Bey’i sevmeye, doğrudanlığını, açıksözlülüğünü ve aptallıktan kaynaklanmayan, samimi saflığını seviyoruz. Öykünün arkatasarını oluşturan karakterlerden “katil” yeterince ürkütücü ve zamana uygun. Sadece bazen beklediğimden daha zekice işler çevirmesi ve diyaloglarında daha üst bir entelektüel dil kullanması, onun için oluşturduğum kurgu imajı sürekli değiştirmeme yol açtı. Keza hikayenin esas kızının da sinemada yapılması zor olacak sürpriz karakter eşleşmeleri, romanda sizi şaşırtabiliyor. Politikacılar bildiğimiz gibi, haberciler bildiğimiz gibi. Ailedeki dede, baba, anne ve çocuğun rolleri kitap ilerledikçe alışılmış kalıpların ne kadar aldatıcı olabileceğine gönderme yapıyor.
Kitapta farklı politik seslere de yer verilmiş. Ancak yazar ağırlıklı olarak kendi dünya görüşlerini de sunuyor. Bazen Hamdi Bey’in ağzından, bazen diğer karakterlerin dudaklarından dökülüyor. Burada kararsız kalıyorum. Güzel bir roman, bazı yerlerde slogana yaklaşan bir siyasi keskinlikle gölgeleniyor mu? Bu kadar siyasi görüş olmasa, olmaz mıydı? Kitap bir noktadan sonra hikayesini anlatmayı bir yana bırakıp siyasi bir fikri dillendirme haline mi dönüşüyor? Hamdi Bey’in yaşamıyla gösterdiği örnek zaten güzel ve yeterli değil miydi? Yazarın dünyayı yaşama şekliyle de ilgili olabilir bunlar.
Peki, final / romanın kapanışı nasıl? Bilemiyorum. Böyle mi olurdu? Henüz okumayanları düşünerek ipucu vermiyorum ama başka nasıl olabilirdi? Bir hikayenin, katman katman yenen bir tatlı olduğunu düşünürseniz, kaşığınızın ucu cam tabağa çarptığında ne hissedersiniz? Tatlı bitmiştir. Camın o tınılı sesi sizi gerçeğe döndürür.
Kitabın kapağını da Bahadır Baruter çizmiş dersem, haftalık karikatür dergilerini takip edenler hemen hatırlayacaktır.
Bana -okuma süremde- iki günlük yeni bir dünya veren yazar Coşkun Bey’e teşekkür ederim. Bu romanı film olarak görür müyüz bilemem. Ama ben aklımda film gibi görüp canlandırarak okuduğum için ışıklar yanınca, hemen kalkıp gitmeden geçen isimleri okuyorum.
Kitabı okurken önceden bilseniz iyi olacak şeyler de var elbette.
Yıldız Sarayı
http://tr.wikipedia.org/wiki/Y%C4%B1ld%C4%B1z_Saray%C4%B1
Yıldız Sarayı’ndaki hamamdaki gizli giriş sanırım olsa olsa şurası olur.
Size 360 derece bakma imkanı. Aşağıdaki linkte Yıldız Sarayı Hamam görüntüsüne tıklayın. Biraz sağa kaydırmanız gerekebilir.
Sonra görüntü gelince tam ekran olunca klavyedeki ok tuşları ile gezinin.
http://www.3dmekanlar.com/tr/yildiz-sarayi.html
II. Abdülhamit
Bence Padişah II. Abdülhamit’i iyi ve kötü yönleri ile tanımak için ekşisözlüğü okumalısınız. Neden mi? Çünkü çeşitli politik görüşte ve zıt görüşleri rahatça görebiliyorsunuz.
http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=ikinci+abd%C3%BClhamit
Internette okuduğunuz yazıların yarısının II. Abdülhamit’i, Kızıl Sultan olarak öfkeyle andığını, yarısının Büyük Hakan Abdülhamid Han olarak bir halk kahramanı ve başarılı bir devlet adamı olarak sunduğunu görürsünüz. Romanı okurken bu hep aklımdaydı. Bir insan sadece iyi veya sadece kötü müdür? Sadece baskıcı ya da sadece vatansever midir? Bir hükümdarı tanımak bu denli kolay mıdır? Bakın ekşisözlükte şu an 29 sayfa tartışılmış. Türk edebiyatında üstüne sayısız kitap yazılmış. Her zaman olduğu gibi yazarlar kendi siyasi görüşleri ve hayat biçimleri ile bir yöne ağırlık vermiş, öteki yanı görmezden gelmiş.
Tarafsız olmak ve tarafsız kalarak adil gözlerle insanları olayları, tarihi izlemek ne kadar zor değil mi?
İnsan neciyse, hep o neciliğin gözünden bakıyor.
Künye:
İkinci Geliş
Coşkun Büktel
Çitlembik Yayınları
ISBN: 978-9944-424-91-2
Yayım Tarihi: 2012
Çitlembik Yayınları
http://www.citlembik.com.tr/
SON SÖZ: Siz hakikat ilacını içer miydiniz?
EPOSTA ABONELİĞİ İÇİN
Aşağıdaki formda e-posta adresinizi yazın, gelen e-postaya onay verin.E-posta aboneliği için e-posta adresinizi eklemeniz, aşağıdaki konuları anlayıp izin verdiğiniz anlamına gelir.
Lütfen okuyunuz. Temel olarak, siteden (Güneşin Tam İçinde) ve yazardan (Süleyman Sönmez) e-posta bülten almaya izin vermek anlamını taşır. Bu iznin temeli: okunacak yazılar, izlenecek videolar, dinlenecek podcastlar, fotoğraflar, tanıtılacak ürün, kitap, site, uygulama, yapay zeka, eğitim, gezi, teknoloji, anket gibi içerikler ve kampanyalar olabilir. Bültenin içeriğinde, bülten sponsorunun ürün ve hizmetine ait bilgi, link ve banner yer alabilir. Bülten e-posta sistemi substack isimli dünyaca çok bilinen, güvenilir e-posta sistemi tarafından gönderilir. E-postalar yeni bir e-posta dağıtım sistemine geçmek dışında üçüncü şahıs ve şirketlerle paylaşılmaz. İşleyiş gereği yurtiçi ve yurtdışındaki server sistemlerinden hizmet verilebilir. Spam gönderilmez. İstediğiniz noktada, tek adımla her e-postanın en altındaki "Unsubscribe" seçilerek üyelikten çıkılır ve siz tekrar e-posta abonelik formuyla veya bülten sayfasında üye olana dek yeni e-posta almazsınız. İlginiz için teşekkür ederiz.
Düşünce, hayal ve yaratıcı zenginliğin girdaba kapılmış gibi beni sitenin içerisine çekti. Nereden başlayayım diye bocaladığımı itiraf etmeliyim, ne güzel…
Tebrikler, saygılarımla.
Teşekkürler Levent Hocam, ne yüce insanlar var bu alemde.
Bizim ki keyifle yazmak paylaşmak telaşı size bir kapı açabildiysem, yeni bir dünyayı tanıtabildiysem yazılarımla daha ne isterim! 🙂