Bu konu beni de rahatsız ediyor. Önce bunu söyleyeyim. Oldum olası felaket tellallığını sevmedim. Bu nedenle yazı, tedbirler, olanlar, bitenler ve biz İstanbullu vatandaşlar için…
Fotoğraf: PhillipC – Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır
Olası bir deprem için herkes bir zaman biçiyor. Zaman biçmek uzmanların işi, biz sade vatandaş olarak olan bitene bakalım.
Bir deprem olduğunda olanlar:
Binalar yıkılır, bazı binalarsa çatlar, yollar yarılır, caddeler sokaklar kapanır, yakıt depolarının bir kısmı patlar, doğalgaz hatları kesilir, su boruları kırılır, sular caddeleri kaplar, köprülerin bir kısmı yıkılır ve diğer kısmı araçlarla tıkanır. Hastaneler zarar görür, güvenlik teşkilatlarının bina araç ve personeli de… Şehir yıkıntılar ve oluşan panik nedeniyle kaçan arabaların yol açtığı uzun otomobil kuyruklarıyla, yoldaki zararlar ve araç kazaları yüzünden tıkanır.
Kısacası deprem çok şiddetli olduğunda bir şehir abluka altında kalmış gibi bölümleri birbirinden izole olur.
İstanbul metropolü söz konusu olduğunda depremin etkisinin çok çok farklı oluşacağı ortada. Çünkü geniş bir alana yayılmış kentin her noktasındaki imar kalitesi farklı. Son deprem düzenlemesine göre yapılmış oldukça güçlü binalar olduğu gibi gecekondu şeklinde kurulmuş veya kaçak yapılaşmayla imarı olmayan binlerce konut bulunuyor.
Olası bir depremin Marmara Denizi’nden başlayacağı düşünüldüğü için deprem dalgasının kıyı şeritlerini güçlü şekilde vurması da mümkün.
Peki neler oluyor? Mutlaka basından izliyorsunuzdur. Viyadükler ve köprüler yenileniyor deniliyor. Bazı kamu kurum ve kuruluşlarının binaları yeniden yapılıyor. Okullar, sağlık ocakları gibi yerlerin depreme dayanıklılığına bakılıyor.
Ancak İstanbul için çok geniş çapta bir hazırlığın olduğunu hiçkimse yüksek sesle iddia edemiyor. Düşünün ki 17 Ağustos depreminde İstanbul’dan ve çevre illerinden yardım ekiplerinin ağır iş makinelerinin kurtarma ekiplerinin ve askeri güçlerin bölgeye gelmesi müdahalesi çok ciddi zaman almıştı.
Bölgeye ulaştıklarında temiz su sorunu, salgın hastalık, ölenlerin kimlik tespiti, yaralılara sağlık hizmeti, travma geçirmiş olan bölge halkının şok içindeki psikolojisine destek ve halen süren artçı şokların herkesin çalışmasını aksatması başlıbaşına olaylardı.
Nispeten küçük bir bölgeydi Gölcük. Binlerce insanımızı kaybettik.
Bugün içinse İstanbul’un Pendik ilçesinden sabahın erken bir saatinde trafik yokken kalkıp Avcılara gitmeniz bile neredeyse bir saat alıyor. Normal bir trafikte ise saatlerce. Düşünün deprem sonrasını.
Üç durum var öyleyse: deprem öncesinde yapılması gerekenler, deprem sırasında ve sonrasında yapılması gerekenler.
Deprem öncesinde yapılması gerekenler tekrar tekrar anlatıldı. Zayıf binaların tespit edilmesi, onarılması yenilenmesi ve TOKI projeleriyle halkın mesela gecekondu bölgelerinden tamamen çıkarılması ve bir daha bu alanlara kaçak imar edilmesinin kesin şekilde önlenmesi.
Her mahallede acil durum konteynerlerinin sayısının arttırılması,
Sivil savunma seferberliklerinin başlatılması,
İlkyardım kursları yönetmeliğinin yeniden düzenlenmesi. Her şirkette belli sayıda kişinin ilkyardım eğitimi görmesi.
Yapılması gereken en büyük plan deniz ve hava için yapılmalı. Bunu bir kaç kez gündeme getirdim. İlk deprem anından sonraki her dakika hayat kurtarmakta önemli. Ağır iş makineleri, itfaiye gelene dek yapılması gerekenler de belli.
Ancak deprem sonrasında zayıf kalacak gibi duruyoruz. Amerika’da Katrina gibi büyük afetler sonrasında sadece helikopterlerle yiyecek ve yardım malzemesi atarak ve bunu aralıksız yaparak insanlara ulaşıldı.
Bizim ise denizyoluna bakmamız lazım. Hovercraft denilen su taşımacılığı araçlarına ve teknelere ayrıca herdaim gece gündüz Marmara’da olacak yüzen bir hastane gemisine ihtiyacımız var.
Bunlar da yetmeyecek. Kızılay’da dünya kadar malzeme olsa da bu malzemeyi havadan atmak gerekecek. Türkiye’de yeterli paraşüt var mı? Kızılay’da yeterli paraşüt var mı?
En hızlı gerekenler hastalık salgın hastalık ve kurtulanların tahliyesi olmalı. Ayrıca yağma ve suç olayları için güvenlik. Bu konuda askeri birliklerin emniyetle eşgüdümlü gitmesi de gerekiyor.
Kısacası deprem eğer anlatıldığının biraz altında bile gelecek olsa çok ciddi sonuçları olacak. Üstelik biz uzatmaları oynuyoruz. Kendimize neredeyse 10 yıldır ne yaptığımızı sormalıyız! Yöneticilerimize de…
Önemli Not: Yazar ne deprem dededir, ne deprem ağabeydir, ne satıcı, ne de felaket tellalı. Depreme karşı hazır olmamız gerektiğini düşünen sade bir vatandaştır.
EPOSTA ABONELİĞİ İÇİN
Aşağıdaki formda e-posta adresinizi yazın, gelen e-postaya onay verin.E-posta aboneliği için e-posta adresinizi eklemeniz, aşağıdaki konuları anlayıp izin verdiğiniz anlamına gelir.
Lütfen okuyunuz. Temel olarak, siteden (Güneşin Tam İçinde) ve yazardan (Süleyman Sönmez) e-posta bülten almaya izin vermek anlamını taşır. Bu iznin temeli: okunacak yazılar, izlenecek videolar, dinlenecek podcastlar, fotoğraflar, tanıtılacak ürün, kitap, site, uygulama, yapay zeka, eğitim, gezi, teknoloji, anket gibi içerikler ve kampanyalar olabilir. Bültenin içeriğinde, bülten sponsorunun ürün ve hizmetine ait bilgi, link ve banner yer alabilir. Bülten e-posta sistemi substack isimli dünyaca çok bilinen, güvenilir e-posta sistemi tarafından gönderilir. E-postalar yeni bir e-posta dağıtım sistemine geçmek dışında üçüncü şahıs ve şirketlerle paylaşılmaz. İşleyiş gereği yurtiçi ve yurtdışındaki server sistemlerinden hizmet verilebilir. Spam gönderilmez. İstediğiniz noktada, tek adımla her e-postanın en altındaki "Unsubscribe" seçilerek üyelikten çıkılır ve siz tekrar e-posta abonelik formuyla veya bülten sayfasında üye olana dek yeni e-posta almazsınız. İlginiz için teşekkür ederiz.