Kendimi bildim bileli beyin ve çalışma prensiplerini merak ederim. Beyin müthiş bir muamma gibi gelir bana. Psikolojik araştırmalar gece gündüz okuduğum konuların ilki. Bu mimin konusu ise Internet kökenli bilgi alımının, beyin, öğrenme ve insanlık üzerindeki etkilerini araştıran ve fırtınalar estiren “Is Google Making Us Stupid? / Google bizi Aptallaştırıyor mu?” makalesi.
Fotoğraf: laszlo-photo (Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır)
Konuyu daha önce bildirgec’te okumuş olabilirsiniz. Nicholas Carr’ın makalesi inanılmaz güçlü gözlemlere dayalıydı. Ancak Türkçe’ye tam bir çeviri yapılmamıştı genelde özetti gördüklerimiz. NanoTürkiye sitesinden tanıştığım ve nanoteknoloji temelli bilimsel haberleri ile saygımı ve sevgimi kazanan Ahmet Yükseltürk ile konuyu tartıştık. Sonra ilk kısmını çevirdiği makaleyi okudum. Gayet başarılı bir çeviriydi. “Neden tamamlamıyorsun?” dedim 🙂
Sitesinin konusu Nanoteknoloji ve uygulamaları olduğu için bu makaleyi yayınlamak üzere hızla yeni bir blog sitesi açtı ve yazıyı tam bir metin çevirisi ile ekledi.
http://ahmetturkov.blogspot.com/2008/07/google-bizi-aptallatryor-mu.html
Şimdi lütfen gidip okuyup gelin. Bu çevirinin tam ve kaliteli olması için günlerce kurslarından artan zamanda çalıştı ve birçok kelimenin Türkçesi için de tartıştık. Okuyun konuşalım. Hatta bitince soğuk bir içecek alın 🙂 Ben de yazarken şu anda gidip alıp geliyorum. Devam ederiz birazdan.
Evet geldiniz mi? Yazıdan çıkardığım notlar şöyle:
- Eskisinden daha az kitap alıyoruz. Internette yaptığımız etkinlik ne kadar artarsa geleneksel bilgi kaynaklarını daha az başvuruyoruz. Mesela bir kütüphaneden ansiklopedi karıştırmıyoruz.
- Dikkatimizi uzun süre odaklayamıyoruz. Atlamalı ve özet şekilde okuyor görüyoruz.
- Uzun yazıları okuyamıyoruz.
- Zihnimiz ve algımız değişiyor.
Bu konuyla ilk kez ne zaman karşılaştım? Önce şiir yazarken gördüm sanırım. 12 yaşından beri şiir ve hikaye yazarım. O an nerede olduğum, ne yaptığım hiç önemli değildir. Bir kağıt kalem kapıp faturaların, zarfların üzerine hatta elime bile yazdığım zamanlar olmuştur. Kağıtla yazarken beni saran karşı konulmaz bir akış hissederim. Düşünmeye vakit yoktur. Kelimeler gündelik hayatımda kullanmadığım farklı bir membadan çıkar bir akarsu gibi dökülürler. Özellikle ifadeler vurucu bir niteliğe bürünür. Çoğu için tek virgül düzeltmek gerekmez. Sanki uykumda yazan beynim dikte ettirmeyi ellerime verir. Kalıp gibi bir netlikte karşıma gelir.
Bu nedenle düzenli yazma gereği duymam, hikayelerin akışında da kurguya gerek duymam “hikaye kendini yazar” derim.
Ancak bilgisayarla şiir yazmaya çalıştığımda olan felaketi bir sene kadar araştırdım. Psikolojik bir etki miydi? Neden kelimeler daha yavandı? Neden uyaklara odaklanmış alt düzey bir şiir oluşuyordu? Neden ara ara kopuyor ve devamını takip etmem gerekiyordu? Bir süre sonra bilgisayar başında şiir yazmanın neredeyse imkansız olduğunu düşünmeye başladım. Aynısı olmuyordu. Kağıt üstünde yazdıklarıma övgüler gelirken, bilgisayar karşısında yazdıklarıma tepki alamıyordum.
Böylece işin ciddiyetini farkettim. Sanki birden fazla edebiyat merkezi kullanıyordum. Beynim bir şalteri kapatıp ötekine geçiyordu. Tıpkı insanların yazıdiliyle, konuşma dilinin farklı olması gibi, tıpkı yabancı dil öğrenen insanların yeni konuşma merkezleri ve nöron ağları örmeleri gibi. Beyin sanıldığı gibi kalıp değildi değişiyordu. Yaş kaç olursa olsun kendi 3 boyutlu örgüsünü kendini programlamak için yeniden düzenliyordu.
Nöronlar | LoreleiRanveig (fotoğraflar Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır)
Ancak bahsettiğim yazarın görmediği çok önemli bir konu var.
MANYETİK ALAN. Sidney’deki Avustralya Üniversitesi’nden beyin uzmanı olan Prof. Allan Snyder’in araştırmalarını National Geographic ekranlarında izlemiştim. Resim kabiliyeti ve sayma yeteneği normal olan bir deneğin beyninin sol yanına belli bir süre manyetik alan uygulandı ve sol beyin yarımküresine uygulanan bu manyetik alan geçici olarak iki yarıküreden sol küreyi zayıflatıp sağ küreyi öne çıkardı. Olan sonuç şu. Adam gözümüzün önünde çok güzel bir resim çizdi ve gördüğü yüzün üstünde parçayı büyük bir doğrulukla bir anda saydı.
Bilimadamı manyetik alan şapkalarının gelecekte satılacağını ve beyindeki belli bölgelerin öne çıkarılıp, müzik, dans veya matematik becerilerin hangisi o an lazımsa, normalde yapamadığımız kadar aktif edileceğini herbirimizin her alanda dahi olacağımızı, otistiklerde görülen garip kabiliyetlere mesele binlerce rakamı toplama, çarpma, çok karışık resimleri unutmadan aynen çizebilme gibi kavuşacağımızı söylüyordu.
Prof. Allan Snyder’in makalelerini şu adresten okuyabilirsiniz.
http://www.centreforthemind.com/newsmedia/WHATSHOT/index.cfm
Üniversitedeki web sayfası:
http://wwwrsphysse.anu.edu.au/osc/PB/ProfSnyder.html
Bu izleme sonrasında bilgisayarın manyetik alanına çok daha önem vermeye başladım. Karşısında durduğumuz ekran elektrikle çalışıyor ve manyetik alanı var. Ön lob başta olmak üzere beynimizi etkileyen bir alan bu.
Yine üniversite öğrencilerine yapılan bir deney var. “Dikkatinizi toplayın” deniyor ve TV ya da bilgisayar ekranına bakmaları isteniyor EEG ile sadece 20 saniyede beynin uyku başlangıç modu olan Alfa ritminde beyin dalgaları saptanıyor. “Şu anda hafifçe uyuyorsunuz” dense de ekrana baktıkları sürece uyanamıyorlar.
Manyetik alan bizi hafif uyku haline çekiyor. En dikkatli olduğumuz anda bile bu böyle. Bu nedenle uzun süreli dikkati toplayamıyoruz. Mehmet Altan’ın makalesi de ilgi çekici.
Dikkat dağınıklığı tanımına müthiş uyan bir webde surf modeli var. Öğrenme güçlükleri arasında yer alan daldan dala sürekli geçmek artık milyarlarca insanın webde gezme alışkanlığı.
Kısacası bir öğretmen olarak Internet alışkanlıklarının beyni etkilediğini kolayca görüyorum. Artık soyut kavramlar kullanılmıyor yeni gelen kuşakların Türkçe’de az kullanan derin anlamı olan kelimeleri kullanmadığını görüyoruz. İçinde fotoğraf video görsel öğe olmayan yazıya odaklanamıyoruz. En kötüsü beyinde sürekli bilgi alma hastalığı başladı. Bir an bile boş duramıyor ve ilham gelmesini, bir buluş yapmayı yakalayamıyoruz.
Kısacası Internetin bizi geri dönülmeyecek şekilde değiştireceğini düşünüyorum. Bilgi çok olacak. Sınırsız olacak. Ancak bilgiyle hiç görmediğimiz şeyleri üretenlerin sayısı süratle azalacak. Eğer böyle gidersek beynin zaman algısı da bozulacak.
Beynin Yapısını Lobların İşlevini Anlatan Harika Bilimsel Site
Çok güzel ve görsel bir site. Siteye girince önce plugin yüklemek isterse izin verin. Bir web standardı olan Shockwave Player yüklenecek. Bilmeyenler için web adreslerini yazdığımız satırın altındaki sarı çubuğu tıklıyor ve yükleme izni veriyoruz. http://www.pbs.org/wnet/brain/3d/index.html
Fotoğraf: CaptPiper (Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır.)
Şimdi gelelim mim’in ne olduğuna:
Sizce Google ya da Internet bizi aptallaştırıyor mu? Bilgisayar kullanımının sizdeki etkileri nedir? Kitap okuyabiliyor musunuz? Kendimizi nasıl koruruz?
Kimler alabilir bu mimi? Geçen en sevdiğiniz film sahneleri mimi yaptık. Çok eğlendik, bayağı blog yazarı katıldı. Ama biraz da emrivaki oldu! Şimdi kimsenin adını yazmasam mimin havada kalma ihtimali var. 🙂
Blog yazarları aranıyor mimi alacak 🙂 Adını buraya yazdıracak.
MİMİ ALANLAR
Evet ilk mim Gökhan Atmaca’dan geldi ve cidden çok güzel bir makalede zengin düşüncelerini yazmış.
Gökhan Atmaca – Kuark “TeknolojiBilim” Blogu
http://www.teknoloji.kuark.org/2008/08/04/google-sendromu/
Cesur okurlar da, yorum alanında fikirlerini belirtiyor ve bence konuya kaliteli bir derinlik ekleniyor fikirleriyle.
EPOSTA ABONELİĞİ İÇİN
Aşağıdaki formda e-posta adresinizi yazın, gelen e-postaya onay verin.E-posta aboneliği için e-posta adresinizi eklemeniz, aşağıdaki konuları anlayıp izin verdiğiniz anlamına gelir.
Lütfen okuyunuz. Temel olarak, siteden (Güneşin Tam İçinde) ve yazardan (Süleyman Sönmez) e-posta bülten almaya izin vermek anlamını taşır. Bu iznin temeli: okunacak yazılar, izlenecek videolar, dinlenecek podcastlar, fotoğraflar, tanıtılacak ürün, kitap, site, uygulama, yapay zeka, eğitim, gezi, teknoloji, anket gibi içerikler ve kampanyalar olabilir. Bültenin içeriğinde, bülten sponsorunun ürün ve hizmetine ait bilgi, link ve banner yer alabilir. Bülten e-posta sistemi substack isimli dünyaca çok bilinen, güvenilir e-posta sistemi tarafından gönderilir. E-postalar yeni bir e-posta dağıtım sistemine geçmek dışında üçüncü şahıs ve şirketlerle paylaşılmaz. İşleyiş gereği yurtiçi ve yurtdışındaki server sistemlerinden hizmet verilebilir. Spam gönderilmez. İstediğiniz noktada, tek adımla her e-postanın en altındaki "Unsubscribe" seçilerek üyelikten çıkılır ve siz tekrar e-posta abonelik formuyla veya bülten sayfasında üye olana dek yeni e-posta almazsınız. İlginiz için teşekkür ederiz.
1. Eskisinden daha az kitap alıyoruz. Internette yaptığımız etkinlik ne kadar artarsa geleneksel bilgi kaynaklarını daha az başvuruyoruz. Mesela bir kütüphaneden ansiklopedi karıştırmıyoruz.
2. Dikkatimizi uzun süre odaklayamıyoruz. Atlamalı ve özet şekilde okuyor görüyoruz.
3. Uzun yazıları okuyamıyoruz.
4. Zihnimiz ve algımız değişiyor.
Bu üstteki maddeleri kendimde gözlemliyorum. Sanırım bu gruba dahilim.
Öncelikle hem sizin hem de yararlandığınız kaynakları hazırlayanların ellerine sağlık, hepsi gerçekten çok güzel olmuş ve çok ciddi tespitlerde bulunuyorlar.
Ben programcı olduğum ve “yaratıcı iş”imi ya da kendi “edebiyat”ımı bilgisayar başında yaptığım ve yaşım sebebiyle de internetle çok daha erken tanışmış birisi olarak bahsettiğiniz kadar ciddi bir dikkat dağınıklığı ya da “bilgisayar başında şiir yazamama” gibi bir durumla çok karşılaşmadığımı söyleyebilirim.
İnternetin sunduğu yoğun ve hızlı bilgiyle beynin yazıları seri ve verimli bir şekilde işleyip değerlendirmeye yöneldiğiyse tartışmasız bir gerçek. Kendimden örnek vermek gerekirse takip etmek istediğim onlarca RSS beslemesi var ancak bir günde 200 yazıyı tam olarak okumam imkansız olduğu için yazıların çoğunu sadece spotlarını okuyarak geçiyorum. Beğendiğim ancak uzun olan yazıları da sonra okumak üzere işaretliyorum ancak bu yazıları okumak için geri dönüp baktığım zamanların sayısı malesef olması gerektiği kadar çok değil.
Bunun sorumlusunu doğrudan internet yapmak yerine onun getirdiği konseptler ve güncel çağdaki “zamansızlık” durumunu göz önüne almalıyız diyordum ki bunların temelinde de aslında yazılarda da belirtildiği üzere internetin yattığını gördüm.
Ancak düşünme ya da yaratma benzeri eylemlerin, özellikle sizin gibi nispeten bilgisayarla yaş olarak benden daha geç tanışmış bir nesil için, bilgisyar başında eskisi gibi yapılamaması bu düşünce tarzından çok yaratı ya da düşünme gibi “doğal”, “içten gelen” şeyler için insanın da kendini “doğal” ya da “doğal ortamında” hissetmesi gereklilğinden kaynaklanıyor bence. Sonuçta siz bilgisayarla sonradan tanıştınız, şiir yazmaya başladığınızda bilgisayar yoktu ve o zaman şiir yazmak temel olarak “ele kalem alarak(burası önemli)” yazmaktı. Halbuki bilgisayarda yazmak fiziksel olarak da farklı bir eylem ve size çok daha farklı bir ortam sunuyor.
Benzer şeyleri ifade eden fotoğrafçılar da var ancak siz muhtemelen fotoğraf çekmeye doğrudan dijital fotoğraf makinesiyle başladığınız için(muhtemelen dedim, yanlışım varsa düzeltin lütfen;)) dijital fotoğraf makinelerinden ya da onlarla eskisi gibi fotoğraf çekemediğinizden yakınmıyorsunuz.
Aynı şekilde ben de bilgisayar başında yaratıclığımı kullanamadığmıdan yakınmıyorum tam aksine bilgisayar yokken bir şeyler yaratamadığım için yazının sonunda belirtilen o “sürekli bir şeyler yapma” duygusuyla kavruluyorum. 🙂
Çocukken en sevdiğim şeylerden biri ansiklopedi karıştırmaktı. Geçen gün kendi kendime düşündüm “Neden eskisi gibi ansiklopedi okumuyorum?” diye. Kendime cevabım “İnternet de bir ansiklopedi oldu”. Bu yüzden İnternetin beni aptallaştırdığını düşünmüyorum. Okuma alışkanlığıma fazla bir etkisi olmadı. Hatta zaman zaman keşfettiğim yeni sitelere kitap muamlesi yapıp, eski tüm yazılarını okuyorum. Tek bir sayfasını okumadığımda, “eksik okunmuş kitap etkisi” peşimi bırakmıyor.
Ancak yazma üzerindeki etkisi benim de dikkatimi çekti. Bir form, bir blog yazısı hatta bir yorum bile yazmaya çalıştığımda kilitlenip kalıyor. Az önce kafamda binlerce düşünce uçuşurken, bir anda zihnim bomboş kalıyor.
Bunun için kendimce Not Defteri yöntemini geliştirdim. Yazacaklarımı önce bir kağıda not alıyorum, sonra Not Defterini açıp oraya yazıyorum. Kesin çözüm olmamakla birliklte yazma paralizasyonunu bir nebze de olsa azaltıyor.
İnternetin hayatımı katletmesini engelliyorum ama internet bana çok fazla özellik katıyor.
1- Artık daha sosyalim, bir çok etkinliğe katılıyor ve sizin gibi dostlar ediniyorum.
2- Blog sayesinde, Çin denilince bir çok kişinin aklına ben geliyorum 🙂
3- İnternet sayesinde bir çok Çinli arkadaş ile tanıştım ve onlardan Çince ve kültürlerini öğreniyorum.
4- Kitap okuyorum, bunun yanı sıra blogları da okuyorum.
5- Bir çok Çince web sitesini takip ediyorum, Çincem gelişiyor.
Çok fazla internet ortamında yazı yazmadım fakat yazmaya çalıştığım da bunu bilgisayar başında yapamadığımı farkettim. Bunun yerine elime kağıt kalemi alıp önce A4 kağıdına sonra da bloga ekledim. Bilgisayar başında iken düşündüklerimi yazıya uzun soluklu yansıtamadığımın farkındayım. Belki de forumlar dan bir alışkanlık da olabilir.
Ve şunu eklemek istiyorum bilgisayar başında yazınca o yazıda ki duygular azalıyor sanki.
İkinci husus ise, herşeyden haberimiz olmasını istiyoruz ama detaylar bizi çok fazla ilgilendirmiyor. Bir sayfadan diğerine geçmeye alışmışız.
Herkesin bir yazı yazma stili veya alışkanlığı var. Boş bir word belgesi açıp, eee ne yazacağım diye düşünmek genellikle fiyasko ile sonuçlanır. Zaten psikolojik midir nedir, insan beynindeki düşünceleri bilgisayara aktarmaya çalıştığında mutlaka bir iki önemli konuyu atlar, cümleler daha yalın; paragraflar, anlatılmak istenen düşüncenin dışına taşmış cümlelerle dolu olur.
Benim düşünceme göre bir yazı şöyle yazılmalıdır:
Elimize bir kalem ve kağıt alınır ve öncelikle yazacağımız konu ile ilgili önemli noktalar tespit edilir. Sözgelimi, diyelim ki araçlara LPG taktırılması ile ilgili bir yazı yazacağız. Bu yazıda önemli noktalar ne olabilir?
1- LPG dönüşüm firmasının markası ve kalitesi,
2- Dönüşümü kimin yapacağı,
3- Dönüşüm sonunda elde edilecek avantajlar,
4- Dönüşümle ilgili dezavantajlar,
5- Bakım ve onarım konuları,
Örnek olarak verdiğim bu 5 ana düşünceden yola çıkarak hem tam olarak neyi(?) yazacağımızı daha iyi kavrarız; hem de yazacağımız konunun bütünlüğünü bozmadan yazı içinde belli bir hiyerarşiyi takip etmiş oluruz.
Yazıda vermek istediğimiz ana konuları böylece belirledikten sonra, birinci maddeden yazımızı yazmaya başlayabiliriz. Ama bilgisayara değil tabi. Elimizdeki kağıda! Yazdığımız her paragrafı bitirdikten sonra tekrar okumalı ve kendinden önceki paragraflarda yer alan düşüncelerle çelişmediğini gözlemlemeliyiz.
Yazımızı bitirdiğimizde baştan sona en az 2 kere okuyup, başlangıçta ne anlatmak istediğimizi ve yazıda ne anlatmış olduğumuzu görmeliyiz. Eğer anlatmak istediğimiz konuyu gerçekten anlatabilmiş olduğumuza kani isek, işte şimdi bilgisayar başına geçmeli ve kağıttaki taslak halindeki yazımızı bilgisayara geçirmeliyiz.
Ben blogumda yazarken genellikle bu yöntemi kullanıyorum.
Sayın Tuzsuz, keşke zaman problemi olmasa keşke! Dedikleriniz benim de aklıma gelmiyor değil ama bir üniversite öğrencisi olarak gerçekten bu şekilde bir uygulamayla oldukça fazla zaman kaybetmiş olurum. Her insan gibi ben de sadece blog yazarlığı yapmıyorum ve bir plan program oluşturarak kağıt üzerinde önce yazıp bu sırada internetten ve kitaplardan da araştırma yapıp sonra da bilgisayara geçirip bir de yayınlarken yayına hazırlama süreçleri gerçekten uzun sürüyor ama en ideal şekli olduğunu da söyleyebilirim. İnternetle ve aslında daha önceden moder(i)n yaşamın/şehir hayatının içinde olmamız sebebiyle oluşan zamansızlık problemi burada da kendisini gösteriyor. Bunun yerine bahsettiğiniz gibi ya bir word belgesini ya da google dökümanlar uygulamasını açıp yazımızı hazırlamaya çalışmak sadece hızlı ama verimi diğerine göre daha az bir çalışma oluyor.
Bilgisayar üzerinde yazı yazmaya alışmak zorundayız gibi duruyor. Belki de bilgisayar üzerinde hızlı ve verimli yazılar/makaleler hazırlama teknikleri keşfetmeye/oluşturmaya başlasak iyi olur gibi 🙂
Google bizi tembelleştirip, araştırma kabiliyetimizi köreltiyor. Tembellik de aptallık göstergesi olsa gerek.